Orta büyüklükte ama kozmopolit bir Ege kasabasının sanayisinden içeri giriyoruz arabayla. Rehberim, “Ha işte şuraya park et” diyor, Ahmet Usta orada. Ahmet Usta buradaki pek çok usta gibi endüstriyel tarım aletlerinin bilfiil tamirinden anlayan bir usta, dükkanı tamir işlerini halletmekte kullanılan bir takım gri, yağlı, metalik alet edevatla dolu. Kepenkler ardına kadar açık, kış olmasına rağmen insanı hafiften ısıtan bir güneş var, berrak bir gün. Ben aslında Ahmet Usta’yla pek ilgilenmiyorum, ilgilendiğim geçen gün ölen devesinin kemikleri. Ahmet Usta ‘deveci’, yani deve güreşlerine katılan bir tülü devesi vardı. Benim de derdim, tek ve çift hörgüçlü develerin çiftleşmesiyle ortaya çıkan erkek deve olan bu melez türden bir örneğin kemik morfolojisini incelemek. Ahmet Usta’nın derdi ise başka, o da benimle ilgilenmiyor, morali bozuk. “On iki yıldır bendeydi” diyor. Anlatıyorum, ne iş yaptığımı, “Hocam da veterinermiş aslında” demiş bulunuyorum. Üzgün, kısık bir sesle, “Birdenbire hasta oldu” diyor, “Ayağa kalkamadı bir daha, senin hoca bilir mi ki ne olduğunu, burada hiçbir veteriner bilemedi”. Tülü mezbahaya verilmiş, artık kesim çoktan gerçekleşmiştir, etini et işletmesine veriyorlar, sucuk yapılıyor, İncirliova’da meşhur. Ahmet Usta çökmüş, umurunda değil oradan gelecek para. “Güreşecekti” diyor. “Sevdalıyız biz, deve sevdalısı”. Dükkanın arkasına doğru kapalı bir alan var, oradan devesi için kendi işlediği süsleri getirip gösteriyor bana. Boncuk, boncuk işlemiş ağızlıkları, örtüleri, havudu… Boncuk boncuk gözyaşları dökülüyor gözlerinden. Ahmet Usta’nın o gün muhabbete hiç hali yok, elimiz boş ayrılıyoruz sanayiden.
TİCARİ BİR ARAÇ VE ‘MAL’ OLARAK DEVELER
Ahmet Usta’nın sevdalısı olduğu deve, oryantalizm imgeleminde yer bulmaz. Sibel Şamlı’nın deve güreşlerini konu alan belgesel filmi “Yok Deve”nin bir sahnesinde tanıştığımız kadın deve sahipleri de ‘akademik deve’ tanımında pek ilgi görmemiştir. Bu Yörük kadınlardan biri, 20 yıldır bakmakta olduğu devesini, “Bu bizim ailemizden biri” diye tanıtıyor.
Develer, oryantalizm, dolayısıyla baskın batılı hayal gücünde, resimden edebiyata, pek çok alanda özellikle de uzun yol ticaretinin bir aracı olarak karşımıza çıkarlar. Portresi çizilen tipik bir deve ya Arap birisi tarafından sürülmekte ya da kervanda yol gitmektedir. Çöllerin ötesinden, yabancı diyarlardan getirdiği mallar olmadan deveyi tanımlamayı güç bulmuştur batı imgelemi. Akademik araştırmalarda dahi deveyi incelenmeye layık kılan iki özelliği vardır. Tarihi bilimlerde ticari araç olmaları öne çıkarken, zootekni gibi bilimlerde de kurak bölgelerde fazla suya ihtiyaç olmadan etinden, sütünden, gücünden yararlanılabilecek bir ‘mal’ olması dikkati çeker.
Yabani Arap devesi ile çift hörgüçlü Bakteriye devesi, milyonlarca yıl birbirlerine rastlamadan, tamamen bağımsız olarak evrimlerini gerçekleştirdi. İnsanlar tarafından avlanan Arap devesinin kemiklerine Arap Emirlikleri’ndeki prehistorik kazılarda rastlamak mümkün. Yarımadada yaşayan ilk göçebe-hayvancı gruplar, develeri henüz evcilleştirmemişti, onları ve dağ keçisi gibi pek çok yabani hayvanının etini hâlâ avlanarak elde ediyordu. Ama deve sembolizmi bu sırada yaygınlaşmıştı. En son tarihlendirmelere göre, Suudi Arabistan’da bulunan deve kabartmaları yarımadanın hayvancılıkla uğraşan ilk toplumları tarafından kazındı. Kabartmaların devasa boyutları ve develerin atlarla bir arada betimlenmeleri insanların kendilerinden büyük hayvanlara duydukları ilgiyi yansıtıyor. Kocaman hayvanlara duyulan ilgi zamansız. Mamutlar, boğalar ve şimdi de hiç tanışmadığımız dinozorlara olan hayranlığımız gibi. Tehlikeli ve büyük hayvanların betimlenmesi Göbeklitepe ve civarındaki yapı gruplarından, Fransa ve İspanya’daki mağaralardan da bildiğimiz sembolik öğeler.
TEK VE ÇİFT HÖRGÜÇLÜ DEVELERİN EVCİLLEŞTİRİLMESİ
Tek ve çift hörgüçlü develer, Neolitik dönemde değil, daha sonra ayrı ayrı evcilleştirilmişler. Develer, çok uzun boylu olmalarına rağmen, her evcil hayvan gibi doğası insanlarla beraber yaşamaya müsait hayvanlar. Söz dinlemeye, insanın elinden yemek yemeye, bakılmaya, sağılmaya, sarılmaya müsaitler. Buna rağmen, arkeolojik verilere göre, evcilleştirilmeleri, sığır ya da eşek gibi Ortadoğu’da doğal dağılım gösteren bazı diğer büyükbaş hayvanlardan daha geç gerçekleşiyor. Tek hörgüçlü develerin evcilleşme sürecinin MÖ 2. binyılın sonu ile MÖ 1. binyılın başı, yani Geç Tunç Çağı ile Erken Demir Çağı arasında Arabistan Yarımadası’nda gerçekleşmiş olduğu tahmin ediliyor. Çift Hörgüçlü develerin evcilleştirilmesinin ise MÖ 4. binyılın ortasından önce Türkmenistan dolaylarında gerçekleşmiş olması gerekiyor, çünkü bu tarihten sonra evcil özellikleri taşıyan çift hörgüçlü develere Güneybatı Türkmenistan’ın dağlarında rastlanıyor. Her iki deve türünün de evcilleştirilmesinin ilk yüzyıllarına ait elimizde pek az bilgi var. Tek bildiğimiz bu süreçlerin birbirlerinden uzak coğrafyalarda bağımsız olarak gerçekleştiği…
Genel olarak develerle anlaşmayı, ona nazını geçirmeyi başaran göçebe-hayvancı topluluklardan bize ulaşan pek az maddi kalıntı var. Günümüzde ise tek hörgüçlü develer Hindistan’ın çölümsü bölgelerinde yarı göçebe topluluklar tarafından güdülüyor. Bu develerin sadece sütünden yararlanılıyor, bir de başlık parası yerine geçiyorlar. Öte yandan Kazakistan’da çift hörgüçlü develer, yine göçebe topluluklarla dolaşıyor, ortak bir yaşam sürüyor. Türkiye sınırları içinde yer alan Toros bölgesindeki Göçer Türk/Türkmen topluluklar da hala kadar develerle yaşıyor, develerle göçüyor. Bu topluluklar, her turlu güçlüğe rağmen deveye dair bir ekonomi ve kültürü yaşatıyor.
Göçer toplumların develerle ilişkileri böyle evrilmişken, materyal kültür ve yazılı kaynaklar bu ilişkilerin geçmişine dair bize hemen hiçbir ipucu sunmuyor. Örneğin Asurlar, Bakteriye devesine, Batı popüler kültüründe devenin popüler isimlerinden biri olan ‘Çölün Gemisi’ne benzer bir isim takıyor: Dağ fili. Develer MÖ 11.yüzyılda hüküm sahiplerinin politik betimlemelerinde yer almaya başlıyor. Yazılı kaynaklara göre, bazı Asur hükümdarları develeri satın alırken, bazıları da develeri haraç olarak temin ediyor. Kimi zaman Asur etkisi kimi zaman da Asur güdümü altında olan komşu krallıklar da develeri diplomatik araçlar olarak kullanmışlar aslında.
Develerin daha sonraları İpek Yolu’na dönüşen uzun menzilli ticaret ağlarının vazgeçilmez parçaları haline gelmesi çok uzun sürmüyor. MÖ 10. yüzyıldan itibaren tek hörgüçlü develer Arabistan’ın kuzeyindeki çöllerden bugünkü İsrail ve Ürdün’e girmeye başlıyorlar. Bu dönemde yine hüküm sürenlerin kaynaklarına göre, tek hörgüçlü develerin sadece yük hayvanı olarak değil, binilmek için de kullanıldığını anlıyoruz. En erken MÖ 7. yüzyıldan itibaren bugün Türkiye sınırları içinde yer alan yerleşim yerlerinde yapılan kazılarda deve kemiklerine rastlanmaya başlanıyor. Hatay’ın Dörtyol ilçesinde yer alan Kinet Höyük ve Mersin’in Mut ilçesinde bulunan Kilise Tepe de ilk deve kemiklerinin bulunduğu höyükler arasında. Bu kemiklerin bazılarının üzerinde bulunan kesik izleri hayvanların etlerinin yendiğini ve derilerinden de yararlanıldığını gösteriyor. Bu dönemde Mezopotamya saray kültüründe, develer savaş araçları olarak da betimleniyor.
DEVELERİN YAYGINLAŞMASINDA MELEZLEŞMENİN ROLÜ
Pers dönemi ve sonraki dönemlerde Anadolu’da oldukça yaygınlaşan develer, Roma döneminde bütün imparatorluğa yayılıyor. Develeri betimleyen mozaik, fresko, figürün gibi eserlerin yanı sıra develerden bahseden yazılı kaynaklar da artıyor. Bu dönemde artık melez develerin yaygın bir cins haline geldiğini söylemek mümkün. Tülü develer ve onların dişileri olan maya develer her açıdan ebeveynlerinden üstün. Türler arası melezlik sayesinde ebeveynlerinin her ikisinden de daha büyük ve daha akıllı oluyorlar. Dolayısıyla daha çok süt ve et verdikleri gibi, kervanda düzülmek için yetiştirilmeleri de daha kolay oluyor (Tabii unutmayalım ki, bu develerin değil, bizim yorumumuz!). Adaptasyon özellikleri daha güçlü olan melez develer örneğin hem sıcağa hem de soğuğa daha dayanıklı oluyorlar. Bu da tek hörgüçlü ya da çift hörgüçlü deve yerine, tülü teknolojisinin Avrupa’da Romalıların işgal ettiği hemen her bölgeye yayılmasına el veriyor. Develerin tahammül edemedikleri tek ortam aslında ıslak ve çamurlu ortamlar. Hollanda, İngiltere, İskandinavya gibi ülkelerde arkeolojik kazılarda hiç deve kalıntısına rastlanmamış olması da bu yüzden olsa gerek. Roma döneminde develer hem garnizonlarda hem de sivil yerleşimlerde bulunuyor.
Osmanlı döneminde develer kervanlarda, yörük göçlerinde ve savaşta kullanılmaya devam ediliyor. Viyana yakınlarında bir evin bodrum katında tesadüfen ortaya çıkarılan bir tülü, Osmanlı’nın Avrupa kapılarına dayanmasına şahit olmuş belli ki. Arkeologların taşıma değil binek hayvanı olarak kullanıldığını düşündükleri bu bireyin belki soğuktan, belki de hastalıktan gurbette öldüğü ve orada gömüldüğü anlaşılıyor. Viyana Veterinerlik Üniversitesi’nden Pamela Burger ve ekibinin gerçekleştirdiği, Antik DNA analizi bu bireyin bir tülü ya da maya, yani tek hörgüçlü deveyle çift hörgüçlü devenin melezi olduğunu ortaya koymuştu. Bu da bir kez daha melezleşmenin devenin yaygınlaşmasında oynadığı rolü gösteriyor.
Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemlerinde, yani 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başları arasında, develer dağlardan ovalara iniyor. Çevre tarihçisi Onur İnal’ın anlatımına göre, Batı Anadolu’ya modernleşmenin etkisiyle gelen tren teknolojisiyle melez develerin pabucu dama atılmıyor. Aksine deve kervanları kısa menzilli, örneğin bağlardan tren istasyonlarına mal taşımada yeni bir önem kazanıyorlar. Muhtemelen bu süreç içinde melez develerden anlayan, onlara bakmasını, yetiştirmesini bilen, çift hörgüçlü damızlıklara sahip Yörük gruplar da bu teknolojiye sahip oldukları için ticarette söz sahibi haline geliyorlar. Melez develer, Batı ve tüm Anadolu’da yaşanan, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de doğmasına yol açan olaylar örgüsünün önemli aktörlerinden.
AHMET USTA’NIN DEVESİ VE VETERİNER HAKKI
Modern Türkiye Cumhuriyeti ise, develeri kayıt altına almayarak (yani küpelemeyerek) vergisini de almıyor, bakımına da karışmıyor. Öte yandan dindar kesim, deve etini dini törenlerde fahiş fiyatlara tüketiyor ve tükettiriyor. Develerin kayıt altına alınmaması, Osmanlı devletinde göçer Türkmenlerin develerinden vergi alınmamasından beri süre gelen kanunların bir devamı olarak görülebilir. Ama batılılaşma sürecinde modern Türkiye’nin, makineleşme çabasında, gücünden yararlanılan, batılı görünmeyen her türlü hayvanı görmezden gelmesiyle de ilgili olabilir. Türkiye’nin ulus kimliğinde deve yok sayılırken, nüfusunun çoğu şehirlerde yaşayan ülkemizde hakikaten de hayatında deve görmemiş milyonlarca insan yaşarken, Efes Antik Kenti’ni ziyarete gelen batılı turistler oryantalizm rüyaları gerçek olsun, ülkelerindeki hısım akrabaya egzotik bir yerlere gittiklerini gösterebilsinler diye deveye bindirilirler.
Bu sıkışıp kalmışlığın, çelişkilerin ortasında kalan Ahmet Usta’nın devesine veterinerler çare bulamamışlardı hatırlarsanız yazının başında. Çünkü veteriner fakültelerinde develerin hastalıkları okutulmaz. Örneğin Aydın Adnan Menderes Üniversitesi zootekni bölümü bu durumu iyileştirilmek için 2018 yılında bir merkez kurdu. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki sayısı gittikçe çoğalan yüzlerce deve ve yavruları, diğer tüm çiftlik ve evcil hayvanının aksine, veteriner hakkına sahip değil. Suriye Savaşı başladıktan sonra kaç devenin Türkiye’ye kaçarak geldiği, kaçının kaçırılarak geldiği hiçbir zaman sayılmadı. Resmi kayıtlara göre ne Ahmet Usta’nın duygularının ne de devesinin yeri var Türkiye’de.
*Groningen Üniversitesi, Institute of Archaeology, Doç. Dr.
(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)